16 Ağustos 2014 Cumartesi

Gölcük Depreminden Bana Kalanlar....

Zaman su gibi akıp gidiyor. Geriye dönüp baktığımda 30 yıllık bir hayat olmuş benimkisi de. Dile kolay... Bugün itibariyle 15 yılı o günün izleriyle harmanlanan binlerce gün gelip geçti peşi sıra. Tek bir gece hayatımı keskin bir çizgi ile ikiye böldü. Çünkü o gün öğrendiklerinden sonra ben asla eski ben olmadım. Bir gece bilmiyorum kaç yaş birden yaşlandım.

17 Ağustos 1999'dan bahsediyorum, 45 saniyelik bir sarsıntı ile hayatlarımızı baştan aşağı değiştiren o geceden ve büyük depremden, o doğa olayının hayatımızda yarattığı etkilerden. Bize insan olmakla, hayatla, sınırlarla, ölümle, yaşamla, mutlulukla ve acıyla ilgili olarak öğrettiklerinden. Tabi tamamen samimi olarak benim gözümden bu yazdıklarım, sonuçta benim hikayem. Biliyorum ki aslında çok daha etkileyici ve sarsıcı hikayeler var benimki ile karşılaştırıldığında. Ama insan en basitinden, en acıklısına hepsinden birşey öğreniyor işte. Çünkü öyle gerekli, öğrenmek zorunda. Yaşamak için...

Çocukça korkularımdan, bilimsel bir biçimde açıklayamayacağınız bazı hislere hepsi başımdan birebir geçti anlatacaklarımın. Umarım okuduktan sonra benden korkmaya başlamazsınız :)

1999 senesi benim Oruç Reis Anadolu Lisesinde 8. Sınıfta olduğum ve her başarılı öğrenci gibi öğretilmiş güzergahı takip ederek Fen lisesi imtihanlarına hazırlandığım seneydi. Tarihe
ve edebiyata o kadar meraklı bir insan olarak neden Fen lisesine girmek için uğraştığım kurstaki sınıfımızda bile konu olmuştu şimdi hatırlıyorum da... Ki şimdi geriye dönüp baktığımda bana da çok mantıklı gelmiyor aslında, yalan değil.

Babam ve annem 1977 yılı sonunda Izmirden akrabalarının araya girmesiyle Izmite gelmişler evlenip. Sonuçta ayakkabıcılığın bir aile kurmak için yeteri kadar güvenli olmadığına karar vermiş olacaklar ki babamı Tüpraş'ta bir işe sokmuşlar. Ama aile Egeli olunca hep oraları özlerdi. Ben kendimi bildim bileli babam Aliağa tesisine tayinini isteyip gitme niyetindeydi hep ama bu dediğim hiç gerçekleşmeyen bir hayal olarak kaldı açıkçası.

1998 senesine kadar Tüpraş rafinerisine de, okuduğum ilkokula da, liseye de göreceli olarak yakın olan Tüpraş sitelerindeki bir-iki katlı müstakil evlerde oturduk, hep kiradaydık. Ben ilkokuldayken artık bir ev sahibi olmaya karar verdi bizimkiler, İzmit'in en güzel yerlerinden biri olan 60 Evlerde tam cephe denize bakan bir sitede ev sahibi olmak için bir kooperatife girdiler. 1998 senesi o eve taşındığımız senedir. O zamana kadar hep müstakil evlerde otururken, 60 evlere taşındığımızda toplamda 6 katlı bir apartmanın 5. Katında yaşamaya başlamıştık. Yani ilk kez yüksek katlı bir apartmandaydık ailece.

O sene benim garip küçük öngörülerle yakın arkadaşlarımı korkutarak eğlendiğim bir seneydi. Saçma sapan sayılabilecek ufak şeylerle ilgili öngörülerdi bunlar. Mesela dershane başlamış, kursta sınavlar oluyor. Ben daha ilk sınav yapılmadan diyorum ki ilk sınavda  6. Olacağım, ikincisinde 3., üçüncüde ise 2. Olacağım. Ilk sınav yapılıyor, aynı okuldan birlikte kursa gittiğim Raup geliyor, bana diyor ki 5. Olmuşun. Ama diyorum ben 6. Olacaktım, emin misin? Eminim diyor. Kursa gidiyorum, sonuçlara bakıyorum ki 6. Olmuşum. Sonraki iki sınav sonuçlarına gelince, onlar da dediğim gibi çıkıyor. Tabi sadece sınav sonuçlarında değil hava durumu ile ilgili de sıkı tahminlerim oluyordu o zamanlar. Okuldaki en yakın arkadaşlarımdan Seda, canım ne korkmaya başlamıştı bu hallerimden... Az korkutmuyordum yağmur yağacak, fırtına çıkacak vs. diye onu. En son böyle şeyler söyleme, tahmin yapma diye benden söz almıştı canım, ne günlerdi..

Bunları uzun uzadıysa anlatıyorum çünkü o zamanlar kurduğum çocukca bağlantıları ancak bu kadar detay anlatırsam samimiyetle anlayabilirsiniz. O sene bahar ayları itibariyle anlatılmaz bir şekilde duvarların üzerime yıkılmasından korkmaya başladığımı hatırlıyorum. Yeni evimizde oldukça küçük bir odam vardı. Yatağımın hemen yanında, yastığımın olduğu tarafta kitaplığım vardı mesela. Ben geceleri yattığımda genelde dua ederdim. Annemin bana öğrettiği çocukluktan beri ettiğim dualarda "Allah'ım bizi felaketlerden koru" derdim. O baharda işte o duayı ederken gözümün önüne yıkılan duvarlar gelir olmuştu. Bunu beylik bir  ölüm korkusu  olarak görmüş, çok üzerinde de durmamıştım açıkçası.

1999 senesinin 13 Haziran günü Fen Lisesi sınavına girdik. Ben kursun en çok beklenti bağlanan öğrencilerinden olmama karşın şaşırtıcı dikkatsizlik hataları sebebiyle sınavı kazanma ihtimalim oldukça zayıftı. Üzülmüştüm tabi, ama zaten Anadolu Lisesinde okuduğumdan çok ciddi bir mutsuzluğa sürüklememişti bu durum beni. Kafamın bir yerinde birşey hep bunun hayırlı olan olduğunu söyleyip duruyordu, fakat sebebini bilmiyordum. Savunma mekanizması kendimi rahatlatmaya çalıştığımı düşünüyordum.

Sınav sonrasında okul tatile girdi. 60 evlerde yaz çok güzel geçiyordu açıkçası. Hemen önümüzdeki apartmanda bebeklik arkadaşım Gözde oturuyordu. Akşamları birlikte yürüyüşe çıkıyorduk. Geceleri balkondan manzarayı izleyerek günlerimizi geçiriyorduk. Yalnız sık sık küçük depremler olmaya başlamıştı. Sanırım 28 Haziran günüydü, 3.8 büyüklüğünde bir deprem olmuştu. Biz annemle korkup aşağıya bahçeye inmiştik. Ilk kattaki komşumuz burda büyük deprem olmaz ki, niye korkup indiniz demişti balkondan bize. Açıkçası bizden başka deprem oldu diye evden çıkan da olmamıştı. Eve çıktığımızda TV yi açtığımızda yerel televizyonda son bir ay içinde 3 üzerinde onlarca deprem olduğunu söylemişti. Yani aslında deprem ben geliyorum diyordu, bizler sallanıyorduk sık sık ama bunun farkında değildik.

Ağustos ayına kadar böyle birkaç kez daha deprem oldu. Hatta bir seferinde gece yarısında uykumuzdan uyanıp üzerimizde gecelikler, şortlar evin önündeki parka indiğimizi hatırlıyorum. Yine kimse yoktu çıkan, bekçi abimi o haliyle Park'ta görünce bir türlü deprem olduğuna inandıramamıştı,
kavga çıkmıştı üstüne üstlük hatırlıyorum da.

Tabi depremlerin artması bendeki depremle ilgili sıkıntıları da artırmıştı. Artık her acayip durumda deprem olacak, ondan oldu bağlantısını kurmaya başlamıştım. Mesela biz hemen tatile çıkmadan evvel muhabbet kuşlarımızdan erkek olanı kız olanın kafasını delip, kanatmıştı. Ben hemen deprem olacak o yüzden kuşlar garipleşti diye düşündüğümü hatırlıyorum.

Ama asıl tatile gitmek için İzmit'ten Datça'ya doğru yola çıktığımızda hissettiğim şeyler tarifsizdi. 1 Ağustos günüydü, otobüsle otogardan çıkıp sokaklara girdiğimizde "Bu şehri bir daha böyle göremeyeceğim" cümlesi kafamda belirdi ve gitmedi bir türlü. Şebnem Ferah'ın o zamanki albümü Artık Kısa Cümleler Kuruyorumdan Oyunun Sonu ve  Yorgun şarkılarını dinlediğimi çok net hatırlıyorum. Ölüm, toprak, yanlış dünya düzeni ana teması idi ikisinin de. Depremden sonra yıllarca Şebnem Ferahın o albümünü dinleyemedim açıkçası, kafamda felaketle özdeşleşti bir bakıma. Ayrıca babasını da o depremde Yalova'da kaybetmiş olması da çok etkiledi beni. Hep gelecekte olacak bu kaybı bir şekilde hissettiğini düşündüm ben içten içe.

Datça'ya gittiğimizde bu hislerin çoğundan sıyrılmıştım. Böyle birşeyi önceden hissediyor olabileceğini kendine konduramıyor insan. Fakat o tatilimizin ilk haftasında oldukça garip bir rüya gördüm. Rüyamda bir önceki evimizin balkonundaydık. O evin balkonundan Rafinerinin alev çıkan bacası görünürdü. O alev bir anda kocaman oluyordu, insanlar Tüpraş patladı diye bağırıyorlardı ve sokağın sonundaki evler bir anda yok olup yeşil çimlere dönüşüyordu. Uyanıp bunu anneme anlattığımda tabi dalga geçmişti benimle... Oysa sadece bir hafta sonra Tüpraş'ta gercekten depremden dolayı bir patlama oldu. Şu anda bile tüylerim diken diken, o zaman ne kadar korktuğumu tahmin edebilirsiniz sanıyorum.

Babamın işe başlama tarihi 17 Ağustos gecesi idi. Eğer abim, yine Izmitten iki arkadaşını da alıp gelmese biz Izmitte olacaktık. Yada ben Fen Lisesi sınavını kazanmış olsaydım, kesin kayıtlar 16 Ağustos'ta başladığından dönmüş olacaktık İzmit'e... Her ne kadar evimiz yıkılmamış da olsa, babamın by-passlı bir kalp hastası olması sebebiyle Izmitte olsak o depremde neler olabileceğini tahmin edemiyorum açıkçası. Allah korudu bizi o tarihte orada olmaktan açıkçası.

Deprem olduğunda Datça daydık. O sabah yaşadıklarımız bana insanoğlunun ne kadar bencil bir varlık olduğunu kendi deneyimlerim üzerinden görmeme olanak tanıdı. Abimin birlikte geldiği arkadaşlsrından birinin ailesi Gölcük, diğeri ise Karamürselde yaşıyorlardı. Hatlar kesildiği için ailelerine ulaşamıyorlardı, sonuçta cep telefonu kullanımı ve altyapısı da bugünkü gibi değildi. Onlar endişeden kıvranırken, TV den gördüğümüz kadarı ile bir sürü ölen olduğunu bilmemize, evimizin de yıkılmış olmasının ciddi olasılığı olan bir ihtimal olmasına rağmen ben o gün garip bir şekilde mutlu olduğumu hatırlıyorum. Ailem sağlıklı bir biçimde yanımdaydı ve böyle bir felakette hiçbirimizin orada olmamasından dolayı hayatımda hiç olmadığım kadar mutluydum.

Birinci gün akşamı Izmire geçtik ailece. Babam izninin bitmesine 7 gün olmasına karşın Tüpraş'ın yandığını duyunca hemen dönme kararı aldı. Tüm o yangın sürecinde bilfiil fabrikada yangını söndürmeye çalışan romörkörleri idare eden personeldi. Annem, kalp rahatsızlığı olduğundan babamı bırakmak istemedi. Abim de her ikisini de yalnız bırakmamak istedi. Sonuçta beni Izmıre bırakıp Izmıte geçtiler. Yaklaşık 19 gün dayımlarda kaldım. Bu zamanı Tv den kurtarma çalışmalarını izleyerek, ailemle sağ salim tekrar görüşebilmek için dua ederek ve beynimi durdurmaya çalışarak geçirdim. Çünkü son birkaç aydır sebebinin ne olduğunu bilmeden olacakları önceden hissetmiştim. Çocuk aklımla kendimi suçluyordum hiçkimseye anlatmamış olduğum için. Sanki ölümlerden sorumlu gibi görüyordum. Bir daha böyle birşey yaşamamak için bir daha böyle şeyleri hissetmemem  gerekiyordu. Bunu sağlayabilmek için düşünmemeye çalıştım. Ve bir biçimde başardım sanıyorum. O günlerden sonra bazı sezgiler dışında bu kadar büyük etkisi olan birşeyi hiç hissetmedim. Hissetmekten korktuğum için o kapıyı kendi içimde kapattım bir bakıma.

İşte bu benim hikayem. Evimizin önündeki küçücük körfezde iki fay olduğunu düşününce, o topraktaki fazla enerjiyi hissetmiş olmam aslında çok da garip değil diye düşünüyorum şimdi geriye bakınca. Olası bir durum ama o yaşta bir çocuk için gerçekten çok ağır bir travma idi.

Umarım benzerlerini hiçkimse yaşamasın.

Unutmadım, unutmayacağım... Gölcük 99, tüm kayıplarımızın ruhları şad olsun


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder