2 Ocak 2016 Cumartesi

Bira Fabrikası : Komedinin En Kara Hali


Sanırım şu ana kadar yazdığım oyunlar arasında ne yazmalı, nasıl yazmalı diye en fazla zorlandığım oyun Bira Fabrikası. Ekip olarak Hayat TV'nin Arka Bahçe programına katıldıklarında şöyle bir cümle kurmuştum oyunla ilgili olarak : "Savaş, şiddet, iktidar, ihtiras, menfaat ilişkileri... Hepsi var, daha ne olsun". Şu anda da oyunu bundan daha iyi özetleyebileceğim bir cümle çıkmadı cebimden açıkçası. Niye mi? Çünkü normal bir oyun değil bu. Bir kere oyuna gittiğinizde seyirci olarak koltuğunuzda dört döneceğinizi belirtmeliyim. Sınırlarınızı zorlayacak, tabularınızla dalga geçecek, zaman zaman rahatsız olacaksınız, zaman zaman içiniz gıcıklanacak ve tüm bunlar olurken kendiniz de nedenini anlamadığınız bir biçimde fena halde güleceksiniz. Arada güldüğünüz için kendinize de gıcık olabilirsiniz hatta, o da imkan dahilinde :)

Oyunu fena sayılmayacak bir Moda Sahnesi takipçisi olarak geçtiğimiz bahar ayında duymuştum. Fakat bana ne kadar hitap edebileceği ile ilgili şüphelerim vardı. Bir kere baştan sonra üstü başı kan olan oyuncular oynuyordu, ki ben kan görmeye bile dayanamam. Ayrıca her ne kadar özgür kız görüntüsü versem de biraz geleneksel bir yapım var. Bu sebeple bana sert gelir mi diye düşündüğümden kendime yakın bulmamıştım. Ancak oyunu görüşlerine çok değer verdiğim biri tavsiye edince kendimi bilet alırken buluverdim. İyi ki de görüşlerine güvenmişim kendisinin.

Bir kere oyunun dili, akışı olağanın çok dışına çıkıyor. Bunu Fildişi Sahili gibi eski bir sömürgede doğup büyümüş olan Afrikalı yazarı Koffi Kwahulé'nin farklı tarzı kadar, böyle bir metni bulup, azmederek Türkçe'ye çeviren Ezgi Coşkun'a da borçluyuz sanıyorum. Daha önce Roberto Zucco ile ilgili yazımda da bahsetmiştim kendisinden, ama oyunculuğundan dem vurarak. Ancak sonrasında Bira Fabrikasına gitmeden önce yaptığım küçük araştırmada gördüm ki, kendisi sadece bir oyuncu olmaktan çok daha fazlası. Önümüzdeki yıllar bu düşüncemi destekleyen çok işler yapmasına olanak sunacak inanıyorum ki.

Hikaye ve karakterler aynı anda hem sıradan, hem de bir o kadar sıra dışı. Biraz karmaşık oldu biliyorum dediğim, şöyle açıklayayım. Düşünün sömürge bir 3. dünya ülkesindesiniz. Bu yer muhtemelen Afrika'da yada Orta Doğu'da. Yani yüksek medeniyet diye tabir ettiğimiz Batı ülkelerinden uzakta. Ama oyun ilerlediğinde görüyoruz ki, hiç de öyle uzak değilmiş, sanki Paris ile komşuymuş. Günümüz dünyasında Ankara, Paris, Kobane, İstanbul ne kadar uzak, ama ne kadar da yakın ve bağlı ise birbirine, onun gibi işte.

Karakterler isimleriyle kendileri ve gerçek hayatta üstlendikleri roller hakkında bilgi veriyorlar. Her ne kadar bir çizgi roman karakteri gibi çizilmiş olsalar da en başta, aslında ince düşündüğümüzde hayatımızın tam ortasında var olan kişileri resmediyorlar.

"Yüzbaşı Ölümü Sallamaz" tam bir şiddet, şehvet ve iktidar düşkünü. Aslında düzenin içinde kendi yolunu başkalarına hükmetmekte bulmuş bir güç, para ve zevk aşığından başkası değil. "Onbaşı Asalak" aklı biraz kıt olmakla birlikte ileride bir "Yüzbaşı Ölümü Sallamaz" olmaya özenen, kendini şiddete iten düzenin içinde bir şiddet bağımlısı olmuş çark dişlisi sadece. Onları izlerken feodal sistemin hüküm sürdüğü yerlerdeki ağa ve marabaların ilişkileri, yazılı olmayan kuralları ve kan davaları geldi gözümün önüne. Bu da oyunu benim adıma daha geniş bir çerçevede anlamlı kıldı.

İşçi Scwanchen da tanıyıp, bilmediğine kafa tutan, ancak konu işçi-patron ilişkisine geldiğinde ürettiğinin farkında bile olmayan geleneksel bir işçi karakteriydi bence. Bu farkındalık eksikliği o kadar ileri bir boyuttaydı ki Scwanchen'da, ilişkiye girip hamile bıraktığı patronu Beyaz Büyü'nün sözlerine körü körüne bağlıydı ve doğacak çocuk üzerinde hiçbir hakkı olmadığına inandırılmıştı. Üreten olup üretilen üzerinde hak iddia etmemek, kapitalist sistem içindeki  bizler için ne kadar tanıdık bir durum değil mi? Belki de bu yüzden absürt  bir biçimde resmedilmiş olmasına karşın o karakterde kendimden birşeyler bulduğumu kabul etmeliyim.

Beyaz Büyü karakteri ise kadın olmasına rağmen ezilen değil ezen taraf olması sebebiyle bence oyunun ezber bozanı idi. Kadın bir patron, işçisini seks kölesi gibi kullanıp hamile kalmış. Ama doğacak bebeğin tamamen kendisine ait olduğuna inanıyor ve partnerini de buna inandırmış, aynı zamanda karnı burnunda olmasına rağmen de sansasyonel bir revü kızı. Oyunun başından itibaren özellikle "Onbaşı Asalak"ın kendisine rızası dahilinde veya dışında sahip olma çabaları bir türlü sonuca ulaşmadı mesela. Kadın, hiç de romantik olmayan sebeplerle de olsa, kendi seçtiği adamla ilişki yaşıyordu  ve gariptir ki karşısındaki adama resmen hükmediyordu. Bunlar gerçek hayatta kadın olarak yaşadığımız şeyleri hiç de yansıtmıyor baktığımızda. Zaten bu sebeple de Beyaz Büyü karakterini ve başından geçenleri biraz da karmaşık ve anlaşılmaz buldum. Misal Beyaz Büyü'nün sevişme sahnelerindeki sayıklamalarının nedenini anlayamadım. Babası ile yaşadığı ensest bir ilişki hatta yaşadığı bir tecavüz söz konusu gibi geldi, ama açık da değildi bu. Aklımda Beyaz Büyü'ye dair soru işaretleri ile çıktım oyundan.

Oyunculuklara gelince... Necip Memili için kullanacak kelime bulamıyorum. Oynamıyor, adeta yaşıyor sahnede. Televizyonda "Hanım'ın Çiftliği"nde ilk kez silik Ramazan karakteri ile izleyip takibe almıştım. Sonrasında bence gelmiş geçmiş en kötü uyarlamalardan biri olan "Dila Hanım"ı izleme sebebiydi. Kötü adamı da oynasa, iyi adamı da oynasa izlettiriyor kendisini. Hatta kötü adamı oynadığında neden nefret etmiyorum ki ben bu adamdan diye kendi kendinizle ters düşeceğiniz garip bir şeytan tüyü var kendisinin. Oyunda büyüyor, büyüyor, büyüyor. Hamlet sebebiyle Onur Ünsal hayranlığı had safhada olan bir izleyici olarak bu oyunda Onur'u sadece Necip yönetiminde kontrolü de ona bırakmış uyumlu bir dans partneri olarak betimleyebilirim. Gürsu Gür'u ilk defa izledim, ve onun da doğal, sırıtmayan oyunculuğunu oldukça beğendim. Melis Birkan ise karakterinin adındaki gibi büyülüyordu güzelliği ve enerjisi ile. Yalnız fazla şarkı söylemese iyi olur, kulaklarımı nasıl tıkasam bilemedim şarkı söylerken :)

Sonuç olarak kendinizi zorlayabileceğinize, sınırlarınızı yıkabileceğinize inanıyorsanız gidin bu oyuna. Ancak ne oyundan net bir anafikir ile çıkmayı, ne de net bir biçimde herşeyi anlamayı beklemeyin. Çünkü bence kimisi açık, kimisi kapalı çok fazla göndermesi olan bir metin ve oyundu. İktidar mefhumu ile zorunuz varsa hoşunuza gidecektir eminim ki, ama görselde olmasa da +18 kısımlarının da az olmadığını belirtmeliyim. Mutaassıp bir yapınız varsa bunu göz önüne alarak gidin ki sonrasında oyun sonunda bana saydırmayın :)

Bana gelince, bu sezon bitene kadar en azından bir defa daha gidilecek notu ile listeme alınmıştır efendim.

Sevgiler,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder