Ve sıra geldi bugün yazmak istediğim asıl yazıya... Birkaç gündür o kadar çok tiyatro oyunu ile ilgili olarak yorum yapar durumda buldum ki kendimi en sonunda bunları yazıya dökmeye karar verdim. Açıkçası hem fikirlerimi kendime saklamak istemedim; hem de insanoğlunun hafızasının nankörlüğünden sebep gördüklerimi kısa zaman sonra unutmaya da içim elvermedi. Yoksa ben ne tiyatro, ne de oyunculuk konusunda ahkam kesecek bir bilgi ve uzmanlık seviyesine sahip değilim. Biraz da bundan dolayı yazdıklarımda herhangi bir şekilde haddimi aşarsam bunun için affınıza sığınıyorum.
Geçen sene bazı küçük sağlık sorunları sebebiyle önceki seneler gibi sık gidemedim tiyatroya. Biraz da bundan sebep bu sene Ekim ayının tiyatroların perdelerini açmasını dört gözle bekledim. Ve bu iki ay içinde henüz üçüne gitmediğim sekiz tane oyuna bilet aldım. Anlayacağınız bir tiyatro eleştirmeni misali haftada 1-2 oyuna gider oldum son bir aydır. Özellikle yoğun zamanlarda yorucu olabiliyor; ancak seyirci koltuğuna oturduğumda aldığım keyif de her şeye değiyor açıkçası...
Sezonun İlk Oyunu: Köprüden Görünüş
10 yıllık bir Kadıköylü ve aynı zamanda da bir Moda aşığı olarak Oyun Atölyesi benim ilk göz ağrım. İstanbul'a ilk geldiğimde henüz online bilet satışı yapmıyorlardı. Gişeden bilet almaya vakit bulamadığımdan gidemediğim ve içimde ukde kalan nice oyunları vardır. Bu döngüyü online bilet satmaya başlamaları ile 2010 senesinde ilk olarak Macbeth oyunu ile kırabilmiştim. Artık sahnelenmediği için çok da detaya girmek istemiyorum, fakat o oyunda Esra Kızıldoğan'ın Lady Macbeth rolündeki performansına bayılmıştım. Sonrasında şimdi Moda Sahnesinde olan eski kadrosu ile Testosteron oyunundan çıkışta bir hafta kadar oyunun şarkısını söyleyecek kadar çok gülmüştüm. Ve en son olarak da Zerrin Tekindor'un harikalar yarattığı, İzmit Büyükşehir Tiyatrosu döneminden beri takipçisi olduğum Tardu Flordun'un da kendisine çok güzel ayak uydurduğu Kim Korkar Hain Kurttan oyunu. Belki de saydığım bu oyunların kalitelerinden kaynaklı Oyun Atölyesinden beklentim hep yüksektir. Köprüden Görünüş oyununa da bu sebeple yüksek bir beklenti ile daha ilk gösterildiği hafta gittim.
Köprüden Görünüş Arthur Miller'ın aynı adlı romanından bir uyarlama. Oldukça sade, yalın bir anlatımı var. Sahne tasarımı ve karakterlerin kurgusunda da bu sadeliğe sadık kalmışlar. Hikaye gerçek hayattan bir uyarlama ve aslında gerçekten trajik bir öykü. Oyunun genelinde de bu sebeple dram öğeleri ağır basıyor, bence bu genel kurguya da uygun olmuş. Fakat bazı kısımlarda,belki de seyirciyi biraz hareketlendirmek için, komedi öğelerine yer verilmiş. Oyunun özellikle bu bölümleri bir kopukluk yaratmış, seyirci gereksiz duygu geçişleri sebebiyle konuya odağını bir miktar kaybediyor gibi. Tabi bu benim naçizane fikrim :)
Oyunculuklara gelince. Özellikle liman işçisinin eşini oynayan Aslı Yılmaz'ı gerçekten başarılı buldum. Yarattığı karakter tamamen yerli yerindeydi, çok doğaldı ve kesinlikle hiçbir aşırılık yoktu. Ben daha önce kendisini başka bir oyunda izlediğimi hatırlamıyorum. Ancak önümüzdeki dönemde takip edeceğim kadın oyuncular listesinde artık kendisi. Yine avukat rolündeki devlet tiyatrosu sanatçısı Kubilay Karslıoğlu'da yapmacıksız oyunculuğu ile oyunun akışına inanılmaz katkıda bulunuyor.
Bülent İnal'a gelince... Kendisini izlerken TV oyunculuğu ile tiyatro oyunculuğunun ne kadar farklı iki yetenek olduğunu tekrar fark ettim. Heyecanı, işine olan saygısı her halinden belliydi. Fakat diğer yandan ilk kez tiyatro sahnesine çıkmanın yarattığı kaygı da fark ediliyordu oyunculuğunda. Belki oyunun ilk haftası olmasının da bu durumda etkisi vardır, bilemiyorum. Lakin kendisinden daha etkileyici bir performans beklediğimi de belirtmeden edemeyeceğim.
Oyuna bir bütün olarak bakarsak, ortalama üzerinde bir oyun olduğunu, ancak benim Oyun Atölyesinden beklentilerimi karşılamakta yetersiz kaldığını söyleyebilirim. Yine de tiyatroya gitmeyi düşünüyorsanız ve beklentiniz bir Kim Korkar Hain Kurttan değilse, bu oyuna gidebilirsiniz. Ancak beklentilerinizi yüksek tutmanız durumunda tatmin olmayabilirsiniz. Benden uyarması...
Yıllar Sonra Ulaşılan Sevgili: Profesyonel
O kadar uzun zamandır uğraşıyordum ki bu oyuna bilet bulabilmek için, artık oyunun ne hakkında olduğunu bile unutmuşum. Çok şükür bu yıl itibariyle Caddebostan Kültür Merkezinde oynanmaya başlanınca bana ve benim gibi nice bekleyenlere gün doğdu. Biletiva'nın internet sitesinden satışa çıktığı tarihi öğrenip, haftasonu alarmla erken kalkmak sureti ile koca salonun ortalarında yer bulabildim ama olsun. İyi ki beklemişim, sabretmişim, pes etmemişim.
Profesyonel, Sırp oyun yazarı Duşan Kovaçeviç'e ait bir oyun. Daha önce Şehir Tiyatrolarında "Bir İntiharın Genel Provası" ve "Dar Ayakkabı İle Yaşamak" oyunlarını da izlemiş biri olarak Kovaçeviç'in sürprizli metinlerine hayran olduğumu söylemeden edemeyeceğim. Profesyonelde de farklı bir durumla karşılaşmadım. Oyunun ilk yarım saati çok durgunken, ardından ortaya çıkan sürprizle birlikte öyle bir akmaya başladı ki hikaye, böyle bir durum bekliyor olmama rağmen ben bile şaşırdım :) Sistemin dayatmaları ile birbirini aslında tanımayan insanların nasıl da nefretle beslendiğini, ancak aslında sistemin mevcut tüm tarafları nasıl da sömürdüğünü gösteren çok ilginç bir metindi. Bir polis memurunun tehdit olarak gördüğü için 18 yıl boyunca takip ettiği bir yazarın aslında bu süreçte nasıl da ailesinden biri haline geldiğini iki saatte apaçık gözler önüne seriyordu. Ve çok da gerçek bir metindi.
Oyunculuklara gelirsek Bülent Emin Yarar tek kelime ile efsaneydi. O kadar doğal ve gerçek bir oyunculuğu vardı ki, onun sahneye girişi ile birlikte oyun akmaya başladı. Anlatılmaz yaşanır bir performanstı, boşuna Afife Jale ödülü almamış diyorum. Bundan sonra takip edilecek oyuncular listesinde baş sırada olacak benim için kendisi.
Oyuna gelince bir yolunu bulup gitmeye çalışın kesin... Pişman olmayacaksınız.
Şekerpare: Şehir Tiyatrolarında Bir Müzikal
Şekerpare denildi mi aklıma o güzel tatlıdan önce Atıf Yılmaz'ın filmi gelecek kadar çok severim filmini. Yavuz Turgul'un senaryosu ile ete kemiğe bürünen Ziverbey karakteri aslında günlük hayatta bizi sömürmeye, beynimizin içindekilere hükmetmeye çalışan üçkağıtçıların sadece birisidir. Film Şener Şen, İlyas Salman, Şevket Altuğ ve Neriman Köksal'lı kadrosu ile o kadar mükemmel ki, yapılacak her yeni denemenin işi zor. Bu açıdan Erdem Alkan'ı kutlamak lazım, gerçekten çok riskli ve zor bir işe kalkışmışlar.
Oyunun müziklerini çok sevdim. Zaten sözsüz olarak kulağımızda yeri olan longa ve sirtoların üzerine yazılan sözlerle yeniden hayat bulması çok güzel olmuş. Oyuncuların sahne kostümlerinden de bir bayan olarak gözlerimi alamadım. Lakin sahne tasarımı o kostümlerle oynamak için çok zorlayıcıydı. Bir de oyundaki bayan karakterlerden birinin de dediği gibi "Bitmeyen oyun yapmışlar". Oyun tam 3 saat sürdü; bu yüzden gitmeyi düşünüyorsanız yanınızda ara öğünle gidin derim.. Yoksa adı şekerpare olan bir oyunda şekerinizin düşmesi işten bile değil :)
Sonuç olarak oyunun uzun olması sizin için problem değilse güzel müziklerle biraz gülüp eğlenmek üzere gidebileceğiniz bir oyun Şekerpare.
Bahariyede en sevdiğim durak : Moda Sahnesi
Sıra geldi Moda Sahnesinde izlediğim Roberto Zucco ve Hamlet oyunlarından bahsetmeye. İki oyunu da bundan önce biri İzmit Büyükşehir Belediyesi Tiyatrosu, biri ise yine Moda Sahnesinde olmak üzere iki kere daha seyretmiştim. Hayatımda ilk kez bir tiyatro oyununu birden fazla kez izliyorum. Ve itiraf etmem gerekiyor, bundan inanılmaz zevk aldım. Fark ettim ki bir tiyatro oyununu ilk defa izlerken, hikayenin gidişatı ile ilgili merakımız sebebiyle aceleci bir tavırla izliyoruz. Hikayeye odaklandığımız için oyunculuklardaki ve senaryodaki nüansları kaçırıyoruz. Bu bir romanı ilk kez okurken sonunu görmek için acele edip detayları kaçırarak kitabı bitirmek gibi bir şey. İkinci kez izlerken ise tüm o detaylara hakim olmaya başlıyor insan. Gerçekten çok eğlenceli bir hismiş bu.
Moda Sahnesi 2 yıldır faaliyette olan bir topluluk. Tiyatro aşığı 12 kişinin birlikte kurduğu, inşaatından, tasarımına kadar birlikte çalıştığı bir mekan. Kadıköylü olup da mekanı bilmeyen, yaptıkları işlerden haberdar olmayan o kadar çok insan var ki...İki yıl önce ilk gittiğimde o kadar çok eksiği vardı ki, bugünkü haline böyle çabuk geleceğini söyleseler aklıma gelmezdi. Farklı işler yapıyorlar, daha modern ve seyirciye yakın. Bu sebeple de takip edilesi bir topluluk olduğunu düşünüyorum.
Roberto Zucco
Bu ay içinde ilk gittiğim oyunları Roberto Zucco idi. Soyadına da bakınca şeker gibi bir genç olması beklenen Sorbonne öğrencisi Roberto'nun seri katil olma yolundaki acı öyküsü anlatılıyor oyunda. Bu arada öykü aslında Roberto Succo isimli gerçek bir seri katilin hayatından yola çıkılarak yazılmış.
Konu kasvetli gibi görünse de oyun şaşırtıcı derecede akıcı ve birçok sahnede de eğlenceli. Özellikle Ezgi Coşkun'un oynadığı evde kalmış deli dolu abla karakteri, Hülya Gülşen'in oynadığı Küçük Chicago'daki hayat kadını karakteri ve Murat Tüzün'ün canlandırdığı sarhoş baba ile komiser karakterleri oyunun saplanıp kalabileceği durağan havayı dağıtmış. Deniz Elmas ise naifliği ile insanı adeta büyülüyor. Yalnızca oyunculuklar değil, kullanılan müzikler de akıcılığı sağlamakta çok iyiydi.
Fakat bence oyunun en güzel sahnesi İnan Ulaş Torun'un yaşlı bir adam olan Murat Tüzün'e aslında ne kadar sıradan ve görünmez olduğunu anlattığı sahneydi. "Hiçbirşey şeylerin akışını değiştiremez" sanıyorum bu oyundan sonra uzun süre aklımda kalacak...
Oyunla ilgili olarak getirebileceğim tek eleştiri ortalama bir tiyatro izleyeni için sahnelerde başka oyunlara yapılan göndermelerin anlaşılmazlığı olabilir. Geçtiğimiz sezon bunu her kısımdan önce tahtaya oyunla ilgili bilgileri yazarak gideriyorlardı. Bu sezonda onun yerine sadece en başta bölümlerin isimlerini yazıyorlar. Geçen yılki sanıyorum benim gibi ortalama bilgiye sahip izleyiciler için daha uygundu.
Hamlet
Hamlet benim 13 yaşındayken Işıl Kasapoğlu yönetiminde izlediğim ve bana tiyatroyu sevdiren oyundur. Zaaflarıyla, ihtiraslarıyla, ikiyüzlülüğü ile, intikam arzusu ile o kadar bizden bir hikayedir ki aslında, ve o kadar da zamanın, mekanın dışında. Belki de bu yüzden orijinal Sheakspeare çevirilerinin düştüğü o fazla şiirsel diyaloglar kullanma hatasına düşülmemiş olmasına çok seviniyorum Moda Sahnesi'nin Hamlet'inde. Metinde oyuncularla, izleyici arasında sıklet farkı yaratan cümleler sadeleştirilmiş. Kıyafetler dikkati çekmeyecek biçimde basit, gündelik kıyafetler. Sahne tasarımı aslında birçoğumuzun içinde sıkıştığı dünyalarını birer tabut içinde gözler önüne serebilecek kadar dahiyane. Aslında yaşarken de , öldüğümüzde de etrafımızda bizi kısıtlayan sınırlar olduğunu böylece görmüş oluyoruz.
Hamlet rolündeki Onur Ünsal da diğer Sheakspeare oyuncularından farklı olarak çok doğal, pozlara bürünmüyor. Karmaşık cümlelerle konuşan ve bize tepeden bakan bir prens değil de daha çok evimizin oğlu modelinde. Bu durum da aslında hikayeyi bizim için çok daha gerçek kılıyor. Onur Ünsal'ın tüm oyun boyunca sürdürdüğü performans gerçekten çok iyiydi. Ne kendisi bir dakika düştü oyundan, ne de izleyenlerin düşmesine izin verdi.
Hamlet'in annesi Gertrude rolündeki Esra Kızıldoğan'ı Lady Macbeth'ten sonra yine bir Sheakpeare oyununda görmek çok heyecan vericiydi. Zaten daha ilk sahnede Claudius ile evlendiği merasim sahnesinde oyuna gözlerinde yaşlarla başladı. Bence oyunun en güzel sahnelerinin başında Hamlet ve annesinin kavga ettiği sahne vardı. O sahnede her iki oyuncu da müthişti bence..
Murat Tüzün ihtirası sebebiyle kardeşini öldürüp karısı ile evlenen kral Claudius rolünde çok renkli bir karakter oluşturmuştu. Tabutun içinde yaptığı danslardan, çaldığı saksafona kadar sinir bozucu derecede gerçek bir iktidar ve kadın düşkünüydü. Ancak en beğendiğim sahnesi aslında içten içe inanmadan Tanrı'ya yakardığı dua sahnesiydi.
Polonius rolünde Timur Acar yaptığı dalkavukça konuşmalarla oyunun akışını oldukça hızlandırmıştı. İnan Ulaş Torun ise Leartes rolünde ortamı ısıtan ve harekete geçiren bir enerji verdi.
Oyunda beni rahatsız eden sadece birkaç ufak detay vardı. Bunlardan biri Hamlet'in babası rolündeki asker giysili karakterdi. Cladius ile karşılaştırıldığında oldukça genç görünüyordu, bu da oyunun inandırıcılığına gölge düşürüyordu bir miktar. Bir de oyuncuların rock müzik ile yapılan ihaneti tasvir ettiği sahnede oyunun toplamındaki doğallığa ters düşecek şekilde biraz aşırı gibiydi.
Bu küçük noktalar haricinde oyun gerçekten çok iyiydi. Kesinlikle gidip görün derim.
Bu günlük bu kadar. Umarım haddimi aşmadım ve sizlere biraz fikir verebildim.
Sevgiler,
Şebnem